İNANÇ VE TUTUMLARDA SPORUN YERİ VE
ÖNEMİ
*Hanifi Üzüm *Yrd. Doç. Dr. Nevzat Mirzeoğlu
ÖZET
Tutum sosyal psikolojide “Bir bireye atfedilen ve onun psikolojik bir
nesneye ilişkin duygu, düşünce ve muhtemelen davranışlarını organize eden
bir bütün” olarak tanımlanmaktadır. Bu çalışmada inanç, tutum ve spor
kavramlarının birbiri ile olan ilişkisi incelenerek, sporun dünyada ve
özelliklede ülkemizdeki insanların inanç ve tutumlarındaki yerine ve
önemine değinilmiştir.
Araştırma genel tarama modellerinden biri olan betimsel çalışma yöntemi
ile yapılmıştır. Bireylerin ve toplumların sportif inanç ve tutumları
tarihsel bir süreç içerisinde günümüze kadar incelenerek, ülkemizde
lisanslı olarak spor yapan kız ve erkek sporcuların branşlara göre
istatistiki dağılımı çıkartılmıştır.
Araştırma bulgularına göre, sporcuların bölgelere göre dağılımına
bakıldığında Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki sporcu sayısının diğer
bölgelere nazaran oldukça düşük olduğu gözlenmiştir. Bu yörelerde spora
olan inanç ve tutumlardan dolayı bireylerin genelde takım sporlarından çok
ferdi (Karate, Güreş, Judo, Taekwondo v.b) spor branşlarına yöneldikleri
gözlenmiştir.
Sonuç olarak ülkemizde spora katılımı olumsuz etkileyen inanç ve
tutumların yanlışlığı, Ayetler ve Hadislerle karşılaştırılarak
tartışılmıştır.
GİRİŞ
Günlük yaşantımızda sıkça duyduğumuz kelimelerden olan inanç tutum ve spor
kavramları insanlık tarihinin başlangıcı ile birlikte toplumsal normların
içerisinde yer almış, toplumun sosyal, kültürel, ahlaki yapısına yön ve
şekiller veren değerler olarak karşımıza çıkmıştır. Bu kavramların
gelecekte de toplumsal yaşamda kendine önemli bir yer edineceğinden hiç
kimsenin şüphesi olmamalıdır.
Bireyin toplumsal bir birim olarak kabul edilmesi, bir çok psikolojik
etmenin daha açık ve kapsamlı olarak tanınmasından sonra mümkün
olabilmiştir. Bireyin tüm yaşamını kapsayan toplumsal bir etki alanı
vardır. Bir çok davranış, başka bireylerle olan ilişkilerin algılanmasına,
değerlendirilmesine ve onlar üzerinde edinilmiş yargılara bağlı olarak
ortaya çıkar. İnsanın düşünsel dünyası, çok çeşitli ilişkilerden edindiği
izlenimlerin oldukça karmaşık bir sonucudur. Birey birbiri ile çakışan ve
çelişen, uyumlu yada uyumsuz bir yığın düşüncenin tutsağıdır. Bütün bu çok
çeşitli düşünce, yargı ve değerler birbirinden kopuk, ilgisiz ve dağınık
gibi görünse de her insanın düşünce yapısı, davranış kalıbı ve eylem
çizgisi kendi içinde örgütlenmiş bir bütün halindedir (Tolan ve
Diğerleri,1991 s, 258).
Hepimizin çevremizdeki insan, nesne, fikir ve olaylara ilişkin değişik
tutumları vardır. Bu insan, nesne, fikir, kurum ve olaylara ne şekilde
tepkide bulunacağımız büyük ölçüde bu tutumlarımız tarafından tayin
edilir. Ayrıca bir çok sosyal ortamdaki davranışlarımızda, bir ölçüye
kadar bu ortamlara ilişkin tutumlarımız tarafından şekillendirilmektedir.
Bu nedenle tutum konusu; bireyin sosyal ortamlardaki davranışlarını
inceleyen sosyal psikolojinin en önemli konularından birini
oluşturmaktadır (Aydın,1985 s, 280).
Tutum terimi sosyal psikolojide genel olarak “Bir bireye atfedilen ve onun
psikolojik bir nesneye ilişkin düşünce duygu ve muhtemelen davranışlarını
organize eden bir eğilime işaret etmek için kullanılmaktadır” (Aydın,1985
s; 280).
Yukarıda verilen tanımdan da anlaşılacağı gibi, bir tutum bir nesneye
ilişkin duygu düşünce ve davranış olmak üzere üç bileşenden oluşmaktadır.
Ancak hemen belirtmek gerekir ki, bu bileşenler birbirinden bağımsız
değildir. Karşılıklı olarak birbirini etkiler, birbirinden etkilenir ve
çoğu kez aralarında bir tutarlılık bulunur (Aydın,1985 s; 280).
Bir tutumun bilişsel bileşeni bireyin tutum nesnesine ilişkin düşünce,
bilgi ve inançlarından, duyuşsal bileşeni ise, bireyin tutum nesnesine
ilişkin duygu ve değerlendirmelerinden oluşur. Davranışsal bileşenlerde
ise, bir tutum genellikle bireyi tutum nesnesine ilişkin davranışlarda
bulunmaya eğimli kılar. Bir nesneye ilişkin olumlu tutumu olan bir birey,
bu nesneye karşı olumlu davranmaya, ona yaklaşmaya, yakınlık göstermeye
onu desteklemeye yardım etmeye eğilimli olacaktır. Bir nesneye ilişkin
tutumu olumsuz olan bir birey ise bu nesneye ilgisiz kalma veya ondan
uzaklaşma, eleştirme hatta ona zarar verme eğilimi gösterecektir (Aydın,
1985 s;281).
Tutumlar, belirli değer yargılarının ve inançların arkasında gizlidirler.
Ancak yaşam olayları karşısında davranış ve hareket biçimleri olarak
şekillenirler. Dayandıkları inanç ve değer yargıları devam ettikçe
devamlılıklarını sürdürürler. İnançlar ise tutum yapılarına girdikçe özel
dinamik baskılar altına girmiş sayılırlar. Hatta belirli bir tutum
içerisinde bir inanç özelliğini kaybedebilir veya değişebilir. Çünkü
tutumlar dış çevresel etkilerle devamlı baskı altında bulunurlar ve bu
durum onların değişmesine neden olabilir (Eren, 2001 s;173).
İnsanlarda ilk inançlar, doğa olaylarının iyi veya kötü şekilde cereyan
etmesinin algılanıp zihinlerde yer etmesinden doğmuştur. İnsanlar sırrına
eremedikleri baskı, korku, dehşet olaylarından yada aksine onlara iyi
şeyler sağlayan hareket ve olaylardan etkilenerek tutumlarına yön
vermişlerdir. Ancak, tutumların oluşmasında çevresel olaylardan etkilemeyi
belirleyen doğuştan kazanılan yeteneklerinde rolü vardır (Eren, 2001
s;173). Tutumların oluşmasında etken olan bu çevresel faktörler ve
doğuştan kazanılan yetenekler, diğer bütün alanlarda olduğu gibi beden
eğitimi ve spor alanında da yüzyıllardır kendisini hissettirmektedir.
Örneğin,
Otuza yakın ülkeyi gezerek “Futbol Asla Sadece Futbol Değildir” adlı
kitabı yazan İngiliz futbol araştırmacısı Simon Kuper Brezilyadaki
köylerin hepsinde kilisenin bulunmadığını ama en küçük yerleşim
birimlerinde bile mutlaka bir futbol sahasının bulunduğunu belirtiyor.
Yine Almanya Tübingen üniversitesi öğretim üyesi Diethamer Mieth futbolun
günümüzde dinin yerini tuttuğunu bazen de dinin rakibi olabildiğini,
Avrupa da cumartesi ve pazar günleri ayine gidenlerin sayısının oldukça
azaldığını, dinin kurumsal açıdan etkinliğini yitirdiğini ve insanlarında
bu yüzden manevi ihtiyaçlarını karşılamak için kiliselere değil de futbol
maçlarına gittiğini bir çok konferansında dile getirmektedir (Kola 2002).
Sporun dini inançlar ve tutumlar üzerindeki bu olumsuz etkilerinin yanında
dini inançlar ve tutumlarında spor üzerindeki olumsuz etkilerinden söz
etmemiz mümkündür. Örneğin;
Hz. İsa’nın ölümünden sonraki 5. yy. girilen ve bin yıl süreyle tüm
toplumsal gelişmeyi askıya alan dönemin adı “Karanlık Çağ” karanlığın
simgesi ise Katolik kilisesidir. Bu dönemde bedenle ruhu sürekli bir
çatışma içerisinde gören ve ruhun üstünlüğüne öncelik veren Katolik
töresinin mantığının doğal uzantısı olarak vücudu bağımsızlığa mahkum
etmek gibi bir fikir ve uygulama geliştirdiğini biliyoruz. İşte antik
olimpiyat oyunları bu dönemde Roma İmparatoru Kral Thececosius’un emriyle
sona erdirilmiş ve spor 15. yüzyıla kadar dinsel baskıların altında
kalmıştır (Sporbilim.Com).
20 y.y.’da özellikle Avrupa da bazı dini akımların spor ile özdeşleşmesi
sonucunda, sporun ruhuna ters olan bir takım şiddet olaylarının ortaya
çıktığını görmekteyiz. Örneğin; İskoçya’ da ki iki ünlü futbol takımı
Glasgow Rangers (Protestan) ve Celtics (Katolik) takımları arasında
02-01-1971 tarihinde oynanan maçta her iki takımın taraftarlarının
bandolarla kendi dini müziklerini çalmaları sonucunda çıkan olaylarda 62
kişi hayatını kaybetmiştir (Erkan ve Diğerleri 1998).
Ülkemizde ise malesef halen daha bir takım yanlış dini inanç, tutum ve
hurafelerin sporun üzerindeki önemli etkilerini görmekteyiz. Örneğin;
İslam tarihinde “Kerbela” olayı olarak adlandırılan vakada Hz.Hüseyin’in
boynunun kesilerek yerlerde yuvarlanması olayını günümüzde insanlar yanlış
yorumlayarak topla oynanan sporlara, özellikle de futbola karşı olumsuz
bir tutum içerisinde bulunmaktadırlar.
Verilen örneklerden de anlaşıldığı gibi dini inançlar ve tutumlar ile
sporun zaman içerisinde sürekli olarak birbiriyle çatıştığını görmekteyiz.
Oysa bu iki kurumun toplumsal işlevleri arasında bir paralellik söz
konusudur. Çünkü her ikisinde de amaç, bireyleri zihinsel ve fiziksel
olarak ruhsal doygunluğa ulaştırmaktır.
AMAÇ
Bu çalışmanın amacı, inanç tutum ve spor kavramlarının birbiri ile olan
ilişkisini ortaya koymaktır. Böylece sporun dünyada ve özellikle de
ülkemizdeki insanların inanç ve tutumlarındaki yerine ve önemine
değinilmiş, inanç ve tutumların sportif faaliyetler üzerindeki olumlu ve
olumsuz etkileri tartışılmıştır.
YÖNTEM
Araştırma genel tarama modellerinden biri olan betimsel çalışma yöntemi
ile yapılmıştır. Bireylerin ve toplumların spora olan inanç ve tutumları
tarihsel bir süreç içerisinde günümüze kadar kısaca incelenmiştir.
Ülkemizde halen lisanslı olarak spor yapan kız ve erkek sporcuların
branşlara ve bölgelere göre dağılımı çıkartılıp, bulgular üzerinde
yorumlar yapılmıştır.
BULGULAR
Ülkemizde 2000 yılında yapılan nüfus sayımı sonucuna göre toplam nüfusumuz
67803927 olarak bulunmuştur. Bu oranın yaklaşık olarak % 51’ini erkekler,
%49’ unu ise bayanlar oluşturmaktadır. Verilere bakıldığında oldukça
kalabalık bir nüfusa sahip olduğumuz görülmektedir. Bu kalabalık nüfus
içerisinde aktif olarak spor yapabilecek, yaşları 10 ile 35 arasında
değişen 31683187 kişi bulunmaktadır (Sesam 2003). Gençlik ve Spor Genel
Müdürlüğü 20 Mayıs 2003 tarihinde, Türkiye genelindeki toplam lisanslı
sporcu sayısını 347899 olarak açıklamıştır. Bu değer 31 milyonluk genç
nüfusumuzun %1,09’unu oluşturmaktadır (GSGM, 2003). Bu sporcuların
bölgelere göre dağılımı aşağıdaki grafik üzerinde görülmektedir.
Grafiği
incelediğimizde en fazla sporcu sayısının %23’lük bir oran ile Marmara
bölgesinde, en az sporcu sayısının ise %6’lık bir oran ile Güneydoğu
Anadolu bölgesinde olduğu görülmektedir. Doğu Anadolu bölgesinde yaşayan
nüfus oranının Güneydoğu Anadolu bölgesine göre oldukça fazla olmasına
rağmen, bu bölgedeki sporcu sayısının %8’lik bir oran ile diğer bölgelerin
oldukça altında olduğu görülmektedir.
Ülkemizde, şu anda özerk olan Futbol Federasyonu dışında GSGM’ye bağlı 46
federasyon faaliyet göstermektedir. Bu federasyonlar içerisinde en çok
sporcuya sahip 10 branşta lisanslı olarak spor yapan bayan ve erkek
sporcuların dağılımı tablo 1’de görülmektedir.
|
Bayan |
Erkek |
Toplam |
Yüzde |
Voleybol |
17376 |
22862 |
40238 |
%12 |
Taekwon-do |
13465 |
47284 |
60749 |
%17 |
Karete |
3657 |
13878 |
17535 |
%5 |
Judo |
2700 |
9364 |
12064 |
%3 |
Hentbol |
7982 |
16444 |
24426 |
%7 |
Güreş |
302 |
13243 |
13545 |
%4 |
Yüzme |
3362 |
6261 |
9623 |
%3 |
Boks |
753 |
10304 |
11057 |
%3 |
Atletizm |
5065 |
9437 |
14502 |
%4 |
Basketbol |
11584 |
46922 |
58506 |
%17 |
Diğerleri |
18194 |
67450 |
85644 |
%25 |
Tabloyu incelediğimizde en fazla sporcu sayısının %17’lik bir oran ile
Taekwon-do branşında olduğunu görmekteyiz. En az sporcu sayısı ise
%3’lük bir oran ile Yüzme branşında görülmektedir. Bayanlarda
voleyboldan sonra en çok sporcu yine Taekwon- do branşında
bulunmaktadır. Ata sporumuz olarak kabul ettiğimiz Güreş branşının ise
%4’lük bir oran ile en çok tercih edilen branşlar arasında yedinci
sırada yer almaktadır. 46 federasyon içerisinde en çok tercih edilen 10
branşın genelde bireysel sporlara yönelik olduğunu görmekteyiz. Geriye
kalan 36 branştaki toplam sporcu sayısı %25’lik bir dilimi
oluşturmaktadır (GSGM, 2003).
TARTIŞMA VE SONUÇ
Elde edilen veriler ışığında, ülkemizdeki sporcu sayısının nüfuz oranına
göre oldukça düşük olduğu görülmektedir. Aktif olarak sporla uğraşan
kişiler ise genelde bireysel sporları tercih etmektedir. Bunun nedeni
ise halkımızın bireysel sporları kendi kültürel yapısına, inanç ve değer
yargılarına daha yakın görmesinden kaynaklanabilir. Örneğin; en fazla
sporcuya sahip olan Taekwon-do branşının ülkemizde hem bayanlar hem de
erkekler tarafından tercih edilmesinin en önemli nedeni, savaşçı bir
ruha sahip millet olmamızdan ve bu branşa özgü kıyafetlerin halkımızın
inanç ve değerlerine uygun olmasından kaynaklandığını söyleyebiliriz.
Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgelerindeki sporcu sayısının düşük
olmasında etkili olan ekonomik nedenlerin yanı sıra, bu yörelerde
yaşayan insanların sosyal ve kültürel yaşantısı da spora katılım
konusunda önemli bir etken olarak görülmektedir. Bu bölgelerde görev
yapan beden eğitimi öğretmenlerinin ve spor adamlarının en çok şikayet
ettiği konuların başında, yöre insanlarının spora gereken önemi
vermediği ve özellikle bayanların günah olduğu gerekçesi ile sportif
faaliyetlere katılmadığını vurgulamaktadırlar. Bu durum, % 90’ı Müslüman
olan ülkemizdeki insanların spora karşı olan inanç ve tutumlarının
tamamen yanlış dini temeller üzerine kurulduğunu göstermektedir.
Özellikle eğitim seviyesi düşük olan bölgelerimizdeki insanlarımız,
İslamiyet’in spora bakış açısını yanlış yorumlamaktadır. Örneğin; spor
yapmak için ayrılan zaman israf olarak görülmekte, kadınların spor
yapması hoş karşılanmamakta, kaybedenin kazananı ödüllendirmesi kumar
olarak kabul edilmekte, bir takımın taraftarı olmak olumsuz bir davranış
olarak görülmektedir. İnsanlarımızın İslam dinini yanlış yorumlamasından
dolayı spora karşı oluşan bu olumsuz tutum ve davranışların yanlış
olduğu ayet ve hadisler ışığında incelendiğinde görülecektir.
Bilindiği gibi İslam dini, iki temel değer üzerine inşa edilmiş bir
dindir. Bu temel değerlerden biri Kuran-ı Kerim, diğeri ise Hz.
Muhammed’in sünnetidir. Hz. Muhammed’in örnek hayatı incelendiğinde,
sporun ne kadar önemli bir yere sahip olduğu ve kendisinin de sağlığında
bir çok sportif olaya katıldığı açıkça görülebilir.
İslamiyet’te Müslümanların üzüntülerini gidermek ve hafifletmek amacıyla
Hazreti Muhammed tarafından müsaade edilen oyunlar ve sporlar mevcuttur.
Kuran-ı Kerim de : “ Peygamber size ne verirse onu alın. Sizin için ne
yasak ederse ondan da sakının ” ayetine uygun olarak Müslümanlar Hz.
Muhammed’in tavsiye ve teşvik ettiği sporlardan olan atıcılık,
binicilik, koşu ( atletizm ) ve güreş gibi sporlarla uğraşmışlardır. Bir
Hadis-i Şerifte Hz. Muhammed “ Mümin kişinin yürüme, binme, yüzme, ok
atma eğitimleri yapması ile hanımıyla eğlenmesi dışında bütün
eğlencelerini batıl (geçersiz) saymış, yalnızca bunların haktan olduğunu
belirtmiştir” (Turan 1985).
İslam dinine göre kadınların spora katılmalarında dini yönden herhangi
bir sakınca var mı?
Hz. Peygamberi’n bir sefer sırasında hanımıyla gerilerde kalıp onunla
yarıştığı; önce Hz. Aişe’nin Hz. Peygamber’i geçtiği daha sonraki bir
yarışta ise kilo alması sebebi ile Hz. Peygamber tarafından geçildiğini
Hz.Aişe bizzat rivayet etmektedir (Bozkurt 1997). Hz. Muhammed’in fiili
sünnetleri içerisinde yer alan bu örnekte görüldüğü gibi, İslam dininin
belirlediği kurallar dahilinde kadınların spor yapmasında herhangi bir
sakıncanın olmadığı açık ve net bir şekilde görülmektedir.
İslam dinine göre fanatizmin sınırı ne olmalıdır ?
Fanatizm: takım tutmak, bir spor kulübünün yarıştığı spor dallarından
herhangi birinde o kulübün takımının yandaşı olmak demektir. Takım tutan
kişi, o takımın karşılaşmalarını takip eder, bunların sonuçlarıyla
ilgilenir ve takımının başarıya ulaşmasını ister. Bu nedenle, takımının
kazandığı maçlarda sevinir, kaybettiklerinde ise üzülür. Ancak takıma
duyulan bu sempati kimi zaman olağan sınırlarını aşar ve bireylerin
zarar görmesine neden olabilir(Bayhan 2000). Örneğin; 1995-1996 Türkiye
Futbol 1. Ligi nin 32. haftasında şampiyonluğu önemli derecede
belirleyecek olan Trabzonspor-Fenerbahçe arasındaki maçı Fenerbahçe’nin
2-1 kazanması sonucunda, maçtan bir gün sonra fanatik bir Trabzonspor
taraftarı olan Mehmet Dalaman (27 yaşında) kendini evinin bahçesindeki
fındık ağacına asmıştır (Erkan ve Diğerleri 1998). Fanatizmin topluma ve
insanlığa bu denli zarar verici boyutlara ulaşmasını ne İslam dini kabul
eder, ne de insanlık.
Hz. Peygamber bir gün; iki torununun güreşmesini tebessümle seyrederken,
Hz. Hasan’ı gayrete getirmek için ‘ Ha gayret Hasan! Göreyim seni,
yakala Hüseyin’i ’ diye tezahüratta bulunur. Orada bulunan Hz. Ali’ninse
‘Ya Resülallah, siz Hüseyin’i kayırmalı değil misiniz ? Çünkü Hasan daha
büyük’ dediği gözlenir. Hz. Peygamber ise ‘ Baksana, Cebrail’de
Hüseyin’e, ha gayret Hüseyin, göreyim seni diyor’ diye yanıt vermiştir (Tokpınar
2001). Hz. Peygamber atıcılık eğitiminin yapılmasını devamlı teşvik
etmekle kalmamış, zaman zaman kendisi de atış poligonuna, atıcıları
teşvik ve seyretmeye gittiği gibi, atıcılardan bir tarafı tuttuğu da
olmuştur (Turan 1985). Hz. Muhammed’in bu davranışlarına bakarak İslam
dininde sporda taraftarlığın fanatizm boyutuna ulaşmadan var olduğunu
söyleyebiliriz.
İslam’a göre sporda teşvik ve ödül var mı?
Hz. Peygamber sporu teşvik etmek için zaman zaman fırsat buldukça
yarışmalar düzenlemiş ve kendisi bizzat bu yarışlarda dereceye girenlere
maddi ödüller vermiştir. Hz. Peygamberin bir yarışta birinciye üç,
ikinciye iki ve üçüncüye de bir elbiselik Yemen kumaşı ödül verdiği
rivayet edilir. Belazurih, Hz. peygamberin kendi atıyla yarışan ve
kazanan jokeyine bir Yemen hüllesi hediye ettiğini rivayet etmektedir.
Yarışların kumar vesilesi olarak kullanılması ittifakla haram görülmüş,
ancak bir yarışmacının arkadaşına “Beni geçebilirsen sana şu var” gibi
tek taraflı bir teklifte bulunması ve onun galip gelmesi halinde,
arkadaşının teklif edilen hediyeyi almasında veya üçüncü bir şahsın
galip geleni ödüllendirmesinde bir sakınca görülmemiştir. Aksi durumlar
kumar olarak kabul edilmiştir (Bozkurt 1997).
İslam’a göre serbest zamanların sportif faaliyetlerle değerlendirilmesi
zaman israfı mı ?
Hz. Peygamber serbest zamanlarının değerlendirilmesinde insanlara spor
yapmalarını tavsiye etmiş ve atıcılığı daha çocukken öğrenip ölünceye
kadar bırakılmaması gereken bir maharet olarak belirtmiştir. İnsanı boş
kaldıkça, canı sıkıldıkça, biraz eğlenme ihtiyacı duydukça vakit
değerlendirme aracı olarak spor yapmasını meşru kılmış “Sizden birinizi
gam ve sıkıntı bastığı zaman yayını kuşanıp, kederini onunla dağıtmaktan
başka yapacak bir şeyi yoktur” (Bayhan 2000) sözüyle serbest zamanların
değerlendirilmesinde sporun yerine ve önemine değinmiştir.
Buraya kadar yapılan açıklamalardan da görüldüğü gibi Müslüman bir
kişinin vücudu için kendisine uygun bir spor dalıyla uğraşmasında dini
bir engel olmadığı gibi, sporun özellikle Hz. Peygamber tarafından
teşvik edildiğini görmekteyiz.
Dini inançların ve tutumların bulunduğu ortamlarda bir takım hurafeler
ve bid’atlarda kendiliğinden veya insanlar tarafından ortaya
çıkartılarak inanç ve tutumların içerisine yerleştirilmeye çalışılmış ve
çoğu zaman da toplum tarafından kabul görülmüş kavramlardır. Spor da bu
kavramlardan önemli derecede etkilenmekte ve bir çok spor branşı bu büyü
ve hurafelerin etkisi altında kalabilmektedir.
Günümüzde sporcu, yönetici ve taraftarlar bir maçın kazanılması için çok
çalışmanın, oyun sisteminin ve oyuncu kalitesinin tek başına yeterli
olduğunu düşünmüyorlar; galibiyet için büyü ve uğur gibi şeylerden de
medet umuyorlar. 2001-2002 Futbol Sezonunda Fenerbahçe-Diyarbakır spora
deplasmanda 2-1 yenildi. Diyarbakırlı yönetici ve futbolcular, maçtan
sonra ağız birliği etmişçesine mikrofona şunları söylediler:
‘Diyarbakır’ın plaka numarası 21. Bugün 12. ayın 21’i. Bu maçtan önceki
puanımız 18 idi. Maçı 2-1 kazandık ve puanımızı 21 yaptık. Böylesine
uğurlu bir günde bu maçı kazanacağımıza inanıyorduk’ diye demeç vererek
21 sayısının Diyarbakır spor’un uğurlu sayısı olduğuna inanmaktadırlar
(Kola 2001).
Futbolcular ve yöneticiler gibi taraftarlarda çeşitli hurafelere kolayca
inanmaktadırlar. Arka arkaya alınan galibiyetlerden sonra stadların
büyülü olduğuna inanmaları bu batıl inançların başında geliyor. Bu
taraftar tiplerinin bazıları uğur getireceği inancıyla hep aynı yerde
oturuyorlar. Penaltı atılırken gözlerini yumuyorlar veya sahaya
sırtlarını dönüyorlar, uğurlu saydıkları hayvanları ile maçlara
geliyorlar. Bunlara benzer hurafeleri başta Afrika ve Güney Amerika
olmak üzere dünyanın her tarafında görmek mümkündür. Belli elbiseleri
giymek, çimlere dokunarak elleri ağza götürmek, maç başlamadan önce topu
öpmek, uğur getireceğine inanılan kolye ve yüzük gibi takılar takmak,
kalenin içine para gömmek, penaltı vuruşlarından önce topu ve kale
direklerini öpmek, hep aynı ayakkabıyı giymek, kale arkalarına muska
koymak sporcuların batıl inançlarının başında geliyor (Kola 2001).
Ünlü spor adamımız Turgay Biçer, ilahi inançların performansa olumlu
etki ettiğini belirterek hurafeler konusunda şu uyarılarda bulunuyor:
“ sporcularda, taraftarlarda, antrenörlerde ve yöneticilerde manevi boyut
mutlaka vardır. Mantıklı veya mantıksız bir takım şeylerin gücüne
mutlaka inanırlar ve inandıkları şey zamanla onların doğrusu olur. Ancak
dikkat etmek lazım hurafeler, zamanla zararlı olmaya başlar ve insanları
bilimsellikten uzaklaştırabilir” (Kola2001).
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz; spor farklı düşüncede, farklı inançta
ve farklı çizgide olan insanları birleştiren, bir araya getiren, yer yer
sevindiren, yer yer eğlendiren, yer yer de ağlatan önemli bir toplumsal
olgudur. Ülkemizde sporun gelişerek dünya standartlarını yakalayabilmesi
için toplumun büyük bir kesiminin desteğine ihtiyaç vardır. Toplumum
desteğini alabilmek için ise öncelikle sporu insanlarımıza
benimsetmeliyiz. Bu nedenle sporla uğraşan bilim adamlarımızın ve
yöneticilerimizin yapması gereken öncelikli çalışmaların başında, sporu
halkın inanç ve tutumlarıyla bütünleştirmeye yönelik çalışmalar
olmalıdır. Fakat bu güne kadar ülkemizde, bu amaca yönelik bilimsel
çalışma ve yayınlar yok denecek kadar az sayıda bulunmaktadır. Bu
nedenle, özellikle alanı sosyal psikoloji olan spor bilimcilerimiz,
İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet İşleri Başkanlığıyla ortak bir çalışma
içerisine girerek “ İslam ve Spor” konulu çalışmalara ağırlık verip bu
alanda oldukça az olan literatüre yeni eserler kazandırmalıdır.
KAYNAKÇA
1- TOLAN Barlas, ESEN Galip, BATMAZ Veysel, Sosyal psikoloji, Adım
Yayıncılık, Aralık 1991,Birinci Baskı, Sayfa 258.
2- AYDIN Orhan, Davranış Bilimine Giriş-4, Anadolu Üniversitesi Açık
Öğretim Fakültesi Yayınları, Nisan !985, Üçüncü Baskı, Sayfa280.
3- EREN Erol,Örgütsel Davranış ve Yönetim Psikolojisi, Beta Yayınları,
Eylül 2001,Yedinci Baskı, Sayfa 173.
4- KOLA Necati, “Futbol Giderek Kutsallaşıyor”, Zaman Gazetesi, İstanbul
–29-1-2002 , http://www.zaman.com/2002/01/29/spor/h9.htm
5- “Toplumsal Değişme ve Spor”, http://www.sporbilim.com/t_degisme.html
6- ERKAL Mustafa, GÜVEN Özbay, AYAN Dursun, “ Sosyolojik Açıdan Spor”,
Der Yayınları, Sayfa 157-158, 3. Basım, İstanbul 1998.
7- http://www.sesam.sakarya.edu.tr/2000.txt 06-08-2003
8- http://www.gsgm.gov.tr/Lisans%20istatistik%20Bilgiler/illeregore.htm
29-05-2003
9- TURAN Ahmet, “HZ. Muhammed‘in Gençliğe Spor Eğitimi Konusundaki
Öğütleri” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bülteni, Gençlik Özel Sayısı,Mayıs
1985.
10- BOZKURT Nebi, “Hadis’te Folklor Eğlence”, Marmara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, Birinci basım, İstanbul 1997.
11- BAYHAN Burak, “Fanatizm”, Gözlem Dergisi, Sayı-2, 2000 http://www.adk.boun.edu.tr/gozlem/mayis_2000/7.htm
12- TOKPINAR Cemil, “Peygamberimizin Diliyle Gençlik”, Gençlik
Yayınları, 3. Baskı, İstanbul, Mart 2001.
13- KOLA Necati, “Spora Büyü ve Hurafe Hakim”, Zaman Gazetesi,İstanbul
30-12-2001, http://www.zaman.com.tr/2001/12/30/haberler/h7.htm
*Arş.Gör. Hanifi ÜZÜM
1973 K.MARAŞ/ Merkez doğumlu.1999 yılında Hatay Mustafa Kemal
Üniversitesi Beden Eğitimi ve spor yüksekokulun'u bitirdi. Halen
Abant İzzet Baysal Üniversinde Araştırma Görevlisi olarak çalışmakta
ve aynı zamanda Spor Yönetimi Ana Bilim Dalında Yüksek Lisans
Eğitimini sürürmektedir. |
*Yrd. Doç.Dr. Nevzat MİRZEOĞLU
1961 Göksun/K.MARAŞ doğumlu.Lisans, Yüksek Lisans ve Doktora
eğitimini gazi üniversitesinde tamamladı. Halen Abant İzzet Baysal
Üniversi Beden Eğitimi Öğretmenliği Bölümünde Öğretim Üyeliği
yapmakta ve aynı zamanda Spor Bilimleri, Spor Yönetimi ve Spor
Felsefesi alanlarında bilimsel çalışmalarını sürdürmektedir.
|
1947
kez okunmuştur. |