TATARİSTAN'DAN MARAŞ'A BİR PENCERE
 

Fatih Kutlu*

"Bugün yeni bir sayfa, yeni bir gün, yeni bir safha, yeni bir dünya, yeni bir hayat başlıyordu benim için artık!"

İşte 16 eylül 93' te Tataristan'a gelişimi ifade eden sözler bunlardı. Bu sözün üzerinden yaklaşık on yıl geçti. "18 yaşımda elimde bir çanta Tataristan'a gelişim vardı" diye o günleri bu günlerde anıyorum.

Ben ilk başta sizlere Tataristan'ın doğasını, iklimini, şehirleşmeyi, yaşam şartların,kültürünü kendi edindiğim izlenimlerle anlatmaya çalışacağım. Belki çoğu şeyleri ilk defa duymuş olacak; benim o ilk günlerde hayrete düştüğüm gibi sizlerde okurken yer yer hayretinizi, belki hayranlıklarınızı gizleyemeyecek büyük bir merakla bu diyarları kendi gözlerinizle görmek isteyeceksiniz.

Delikanlılığı yaşadığımız o günlerde buralara gelmek gerçekten çok büyük cesaret istermiş, düşünsenize; Dili kültürü, doğası, yaşantısı bambaşka diyarlara gözü kapalı, "Niyet hayır, akibet hayır." diyerek yola çıkılmış. Şahsen bu yaşımda böyle bir teklif ve ya fırsat çıksaydı o günkü cesaretimi gösteremezdim gibi geliyor bana.

Evet Tataristan diyordum. Ben bu diyarları daha gelmeden önce "Orta Asya" diyarları zannederek hayalimde çöl manzaraları beliriyordu; yollarında develerin gezdiği sıcak bir ülke olarak. Ama uçaktan iner inmez bu düşüncelerimin aksine bir durumla karşılaştım.. Tabiatı oldukça yeşil, ormanlarıyla zengin, dağların olmadığı, çarpık şehirleşmenin görülmediği, her şeyin o kadar yerli yerinde planlı, alt yapının mükemmel olduğu güzelliklere tanık oldum. Yollar oldukça geniş, her yer düzenli. Apartmanlar 20-30 bloktan meydana geliyor: kare şeklinde çerçeve oluşturularak her mahalle çocuk parkı,oyun sahası haline getirilmiş, evet burası bir Avrupaydı.

Haddi zatında Tataristan Asya ve Avrupa kültürünü meczetmiş coğrafi olarak da kuzey Avrupa'da yer alıyordu. Hayret ettiğim ilk şeyler bunlar değildi. Benim bulunduğum Yarçallı şehri 600.000 nüfusa sahip başkent Kazan'dan sonra Tataristan'ın ikinci büyük şehri. Rusça adıyla "Nabirejniyçelni"

Bu şehir Sovyetler Birliği döneminde ülkenin en büyük kamyon fabrikası olan "Kamaz" marka ağır vasıtaların üretimi için kurulmuş bir şehir. Bu şehrin inşaasında halk canla başla çalışıyor; fabrika işçileri evlerini kendi elleriyle kuruyorlar; bu fabrikada çalışan öğrenci velimizden birisi şöyle demişti: "Günde sekiz saat inşaatta mesai yapmamız gerekiyordu ama biz büyük bir heyecanla 16 saat çalışıyorduk; inandığımız bir gelecek vardı." İşte böyle bir tempoyla şehir kısa sürede kuruluyor. Bu şehir bugün 30 yıllık maziye sahip. O günlerde 150.000 işçi çalışıyor bu fabrikada. Şehir halkını ise çevre ilçelerden, köylerden toplanan halk kitlesi oluşturuyor, nüfus oldukça genç.

Evlerde doğal gaz var ücretsiz, yirmi dört saat sıcak su akıyor ücretsiz, şehir için telefon konuşmaları öyle, elektrik, su, sağlık hizmetleri ücretsiz. Eve gelen su elektrik tamircileri de ücretsiz iş yapıyorlar hepsi de devletin işçileri. Adeta devlet para olayını ortadan kaldırmaya çalışmış. Bunlar Sovyet Döneminden kalma nimetler. Elbette bugün artık yavaş yavaş bizim gibi olmaya başlıyorlar ama bu da epey zaman alacağa benzer.

Tataristan'da doğal gaz ve petrol bol. Benzin 4 kat daha ucuz Türkiye'ye göre. Ve bu şehirde meşhur Volga (Tatarlar İdil diyorlar) Nehrinin kolu olan Kama bu şehirden geçiyor. En geniş olduğu yer: 40 km. Evet yanlış duymadınız. Deniz gibi uçsuz bucaksız. İşin daha hayret veren yanı da var: 

Kış manzaraları...

Bize ilk geldiğimiz günlerde dediler: "Bu nehir donuyor ve üzerinden Kamyonlar geçiyor" diye. Biz bir türlü inanamamıştık ama bunu kendi gözlerimizle görünce inandık artık. Evet  o koca nehir donuyordu o soğuklarda.

Kışın buralar oldukça soğuk olur. Kışın kalpaksız gezilmez. İlk yıl bizim bir arkadaşımız 5 dakika kalpaksız dışarıda  bir yere gidip gelmişti, kulağı az daha düşecekti, bembeyaz kesilmişti, yağlayıp ovalayıp zor kendine geldi. Bazı günler -40'ları bulduğu da olur. İşte biz o günleri gördük ve de görmekteyiz. Halk bize 1979 yılının başlangıcında -50'ye ulaştığına ağaçların soğuktan ikiye yarıldığını çok kimsenin soğuktan kırıldığını söylemişti. Hava sıcaklığı -25'leri bulduğu zaman sokakta yürürken arkadaşınla konuşmak istediğin zaman alt ve üst dudak hareken kabiliyetini yitiriyor güçlükle konuşabiliyorsun. ve kelimeler ağzından zor çıkıyor adeta geveliyor insan Soğuk gözlerinin içine kadar işliyor.

Bıyıklar donuyor zaten. Evet -25 dedim  benim  o soğuklarda yaşadığım çok zorlandığım hatta soğuktan ağladığım bir hatıram var: Yine şubat ayıydı; zannedersem sonlarına doğru.  Ayrat Celeyev adlı öğrencimin ailesiyle tanışmaya gidecektik. Tabi biz ormanda yaşıyorduk o zaman şehri de pek bilmiyoruz hangi otobüs nereye gider hangi durakta inmemiz lazım hiç birini bilmiyoruz. Ayrat gelip beni duraktan alacak. Hava -25.  Bekliyorum bekliyorum gelen giden yok. İlk yarım saatte vücudumun üşümedik yeri kalmadı soğuk iliklerime kadar nüfuz etti. Eldiven var bot var ama onlar da bir
dereceye kadar.  Derken bir saat geçti, girip ısınacak bir yerde yok böyle tam bir buçuk saat bekledim  ve nihayet  Yurt Müdürümüz Erkan Bey'le birlikte bir arabayla geldiler. Ama ben donmanın ötesinde dondum. Hemen sıcak bir yere girmek ısınmak istiyorum, arabada ısınamadım nerde ısınıyorsun bir buçuk saat donduktan sonra beş on dakikada ısınabilecek miydin. Evlerine doğru merdivenlerden çıkarken dayanamadım, gizli gizli ağladım çok canım
yanmıştı.

İşte böyle soğuklara rağmen o soğukta balıkçılar görürsünüz nehirlerin üstünde. Uzaktan penguenleri andırırlar. Akşama kadar saatlerce dururlar. hiç bir şey olmaz onlara. Ellerinde bir burgu aleti var buzu deliyorlar ordan balık avlıyorlar. Dahası  -30'larda -40'larda nehri delip suya giren insanlar var hatta bunun biri bizim bir öğrencimizin babasıydı. İster inanın ister inanmayın.

Aynı şekilde o soğuklarda çocukların sokaklarda koşturduklarını görürsünüz. Futbol oynuyorlar. Hayat hiç bir şekilde durmaz. Anneler 2-3 yaşındaki çocuklarını giyindirip kızağın üzerine bağlayarak alış verişe çıkarlar. Bizimkiler korkudan az hava soğuk oldu mu çocuğu dışarı çıkartmazlar.  Bu insanlar yıllardır burada yaşadıkları  çok şeyi tecrübeyle biliyorlar. Mesela burada  "Munça" denilen bizim saunayı andıran hamamları var. Bu köylerde her evde mevcut. İnsan burada bir güzel terler sıcaklık 80-90 dereceye çıkar. İşte bu durumda iken kış günü -30,40'larda  hamamdan çıkıp karın üstünde dolaşırlar bunu da şoklama çelikleme olarak yaparlar, çocuklarına da bunu yaptırırlar.

İşte bundan sonra soğuk onları etkilemez. Havaların karlı ve soğuk olmasından kış sporları oldukça yaygın. Çocuklar beden dersinde kayak yapmaya giderler. Kayak kiralamak  da çok ucuzdur.
Bizler yer yer kayak kiralıyoruz, kış mevsimini neşeli bir şekilde
değerlendiriyoruz. Hele o buz hokeyi oynayan çocukları yakından seyrediyor ve onlara imreniyorum. Bize de macera gerekti hani  o -20'lerde baktık çocuklar ayakları çıplak vaziyette okulun etrafında tur atıyorlar. Biz de böyle bir şey yapmaya karar verdik çoraplarımızı çıkarıp pantollarımızın paçasını sıvayıp Ya Allah deyip koşmaya başladık. Ayak tabanı hiç birşey hissetmemeye başladı öylesine bir tur attık. İçeri girdiğimizde ayağımız  yere basıyor ama bir şey duymuyor sanki narkozdaki gibi uyuşmuş bir vaziyette  sonra yavaş yavaş hissetmeye başladı.

O soğuklarda bir de bizim dondurma yiyişlerimiz var.   Türkiyede kışın dondurma yeme geleneği yok  ama burada yaz kış fark etmiyor.  Dondurma hele ilk geldiğimiz yıl çok ucuzdu, her gün üniversiteden dönerken 3 tane yiyorduk.  Ormanda yaşadığımız (okul binası ilk yıl tatil köyündeydi ) için çok alıyor  stok yapıyorduk. Buz dolabında da eriyeceği için biz balkona koyuyorduk erimemesi için.

Açık hava derin dondurucusu.  Evet köyde halk tam soğukların başladığı günlerde  sığır kesiyorlar avlularında 6 ay duruyor oradan ihtiyaç oldukça kesip kesip yiyorlardı. Kışın sokakta yürüye yürüye dondurma yemenin bir esprisi de şu idi herhalde, kendimizi bir nebze olsun ısıtmak içindi. Zira buna benzer bir fıkra da anlatırlar.

Kutuplarda yaşayan bir halk var "Çukçalar" deniliyor. Bizim Lazlar gibi fıkralara çok mevzu olmuşlar. O soğukta bir Çukça'nın buz dolabı aldığını görmüşler  ve hayretle sormuşlar niye aldığını Çukça'nın cevabı ise hazır: "ısınmak için." Fakat şunu da söyleyeyim. Allah bir yere böyle bir soğuk vermiş ama ısınma imkanını da bol vermiş, doğal gaz burada çok büyük bir nimet. Ve de bedava. Bütün evler  şimdi bütün köyler doğal gazla ısınıyor. O kadar sıcak ki her oda  evin her yeri. Havaların o kadar soğuk olduğundan bahsediyoruz. Ama -30'larda bakın mübalağa etmiyorum evde t-şörtle dolaşabilirsiniz hatta arkadaşların kaldığı öyle evler vardı ki o hava da pencere açıyorlardı inanın. Gece yatarken de çok sıcak oluyor diye çarşafla yatanlar vardı. Allah dertle beraber derman da vermiş.  Yani kış boyu hiç dışarı çıkmayan bir insan  kışı hiç hissetmeyebilir.

Bununla beraber sokakta karşılaştığımız bazı manzaralara bizim yüreğimiz dayanmıyordu. O soğuklarda sokaklarda kar küreyen  yaşlı yaşlı nineler veya sabahtan akşama kadar  ekmek parası deyip küçük tezgahının başında üşüyen bir sürü nine vardı. Yaşlılar oran olarak büyük bir nisbette idi. O soğukta onları sokaklara çıkaran elbette  hayatta kalabilme mücadelesiydi.

Nedim Özüak Abimizin bir hatırası var bu soğuk günler meselesinde. Havaların biraz ısınmaya yüz tuttuğu bir hengamda Türkiye'deki bir arkadaşıyla telefonda konuşurken Türkiye'deki arkadaşı soğuklardan şikayet ederek şöyle diyor; burada havalar soğudu ceketsiz dolaşılmıyor hava sıcaklığı -1.  Nedim Abi ise şöyle diyor, burada Allaha şükür havalar ısınmaya başladı bugün -10 derece diyor. Gerçekten de -10 sıcak sayılırdı. Ve bu yazımı 2001 yılının ekiminde yazdığım kısa bir yazıyla noktalayayım.

Gelecek hatıralarda buluşmak üzere...

Maraş'ıma, Maraşlım'a kucak dolusu selamlar

"Karlar yağmaya başladı ve tabi soğuklar da gelmeye. İçimi bir mutluluk ve huzur sarar her kışın başlangıcında. Belki buralara geldiğimiz  ilk yılları ilk günleri hatırlattığı içindir; Tataristan'da olduğumu bana  kar, kalpak, kaban, eldiven, bot hatırlattığı içindir. Meseleye bu zaviyeden yaklaştığımızda kendim hakkında şunu  söyleye bilirim. Allah bana buraların kışını sevdirdi."


Fatih Kutlu
Tataristan-Kazan   7.6.2003


* Eğitmen

2349 kez okunmuştur.