ŞİİR ÖZLÜ DENEME:
BETONLAŞMIŞ ŞEHİRLERİN MAKİNELEŞMİŞ İNSANLARI

*Ahmet SANDAL

Meşhur Şair makineleşmek istedi, makineleşmek isteğini "trrrrrum / trrrrrrum / trrrrrum! / trak tiki tak!” diyerek dizelere döktü. Niçin makineleşmeyi bu kadar istekle istedi zavallı şair. Zaten her geçen gün makineleşiyoruz, istesek te, istemesek te. Öyle bir çağ ki yaşadığımız, hem şehirler hem de şehirde yaşayanlar makineleşti. Makine gibi soğuk ve makine gibi mekanik oldu şehirler ve şehirde yaşayanlar. Bu soğukluk ve mekaniklik sanırım demirden ve betondan kaynaklanıyor. Her ikisi de ne kadar sevimsiz, ne kadar ürkütücü ve soğuk. Şehirleri soğuk ve sevimsiz yapanın demir ve beton olduğunu anlarım da, şehirde yaşayanlara ne oldu da, onlar da soğuk ve sevinçsiz oldular? Yoksa, beton ve demiri mi örnek aldılar? Örnek almasalar da, baka baka onlar gibi mi oldular? Üzüm üzüme baka kararır derler, insan da demire-betona baka baka soğudu, sevinçsiz oldu. Kısacası ahbâb, hem şehir hem de şehirde yaşayanlar demirin ve betonun ağırlığı altında ezildi.

Ahbâb, demirin ahşaba, betonun toprağa karşı zaferini izledik günbegün, kendi yenilgimizin farkında olmadan. Eskiden şehirdeki evlerin damları topraktan, kapıları tahtadandı; tabak, çanakları da öyle. Gitgide, damlar betonlaştı, kapılar demirleşti. Hey be, çocukluğumun bakkal dükkanlarını hatırladım birden. Onların darabaları tahtadandı, sonra demir darabaların yaygınlaştığını gördüm. Evimizin bulunduğu sokağın başındaki tahta darabalı bakkal dükkanını gözümün önüne getiriyorum. Hemen karşıma Bakkal Mıstıllı Amca çıkıyor. Tahta darabayı sabah erken açardı, ya kısmet derdi. Asık yüzlüydü ama, kimbilir ne derdi vardı. Bakkal Mıstıllı Amca, süper marketlerin, hiper marketlerin, (adını bile zor telafuz ettiğimiz) gross marketlerin pıtrak gibi çoğaldığını iyi ki görmedi, asık suratı binbir kere katlanırdı adamcağızın.

Mıstıllı Amca hayatta olsaydı, genişleyen, büyüyen şehirlere bir baktıkça, şehirde yaşayanları bir gördükçe “ah ah neler kaybetmişiz ah, vah vah neler peydâ olmuş vah” diyecekti. Kaybettiklerimiz ve peydâ olanlar belli. Ne diye uzun uzun anlatalım, kısaca değinelim: Eskiden bir şehir bir kasaba, bir de köy vardı. Biri büyük, bir ortanca, biri küçük. Peydâ olanlara bak sen: Megapol, metropol, varoş. Eskiden kentli, köylü vardı, şimdi şehir adamı, maganda var. Mıstıllı Amca, bunlara bakıp suratını asarak: “Vay anam vay” diyecekti.

Şehir beton ve demir yığını haline aldı, büyüdü, büyüdükçe çirkinleşti. Belediye Başkanları makyaj cinsinden boya-cila yapadursunlar şehirlere, kocamış kadına makyaj ne kâr eder ki!

Şehir çirkinleşti de, şehir adamı güzelleşti mi? Ne gezer! Şair İsmet Özel boşa mı demiş: Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin / kaypak ilgilerin insanı, zarif ihanetlerin . Üstad boşa mı demiş: Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin / bozuk paraların insanı, sivilcelerin . Ünlü Şair boşa mı demiş: Şehrin insanı, şehrin insanı, şehrin / pahalı zevklerin insanı, ucuz cesaretlerin. Bence Şairin uygun gördüğü “şehir insanı” yakıştırmasını bile haketmeyen milyonlarca kişi var şehirde. Bu yakıştırma olsa olsa Şairin kibarlığını gösterir. Bence şehirde yaşayan milyonlarca kalabalık, “şehir insanı” bile olamaz. Bu sebeble ben onlara “şehir adamı” sıfatını daha uygun buldum. Şehir adamını herkes tanır, çünkü onlardan milyonlarcasıyla her an birlikteyiz. Yine de daha iyi tanımak için size bir şiirimi sunayım:

 

ŞEHİR ADAMI

Bakışları donuk, duruşu heykel, yüzü buz.
Selamsız-sabahsız dolaşır şehir adamı.
Onun için madde pahalı, insan çok ucuz.
Paraya-pula çalışır şehir adamı.

Apartman hapishane, balkon hava yeri.
Gürültü, keşmekeş onun değişmez kaderi
Yapay şelale bir nebze azaltsa da kederi.
Huzuru, refahı arar şehir adamı.

Kapılar arkasından törenle çıkar sokağa.
Binalar arasında özlem duyar toprağa.
Dayanamaz yeşile, aldırmaz yasağa.
Çayıra, parka koşar şehir adamı.

Dar bakışlı, dünyanın sanki merkezinde.
Evi, arabası varsa, değme keyfi yerinde.
Komşusundan bihaber, zevk ü sefa içinde.
Ne ahı, ne vahı duyar şehir adamı.

Gece gündüz gözü hep televizyonda.
Bir kulağı ev, bir kulağı cep telefonunda.
Stresini atar bilgisayarda, sanal oyunda.
Boşa güler, boşa ağlar şehir adamı.

Şehir adamını al, altın suyuna batır.
Yine bir şey değişmez, aslı bakır.
Derinlik, ufuk yok, herşeyiyle tamtakır.
Zamana, çağa uyar şehir adamı.
 

Evet benim şehir adamı konusundaki düşüncemi gösterir bu dizeler. Neticede, şehir ve şehir adamı arasında, çirkinlikler ortasında kalakaldık. Ne şehirden ne de şehir adamından kaçıp kurtulmak mümkün. Şehir, üzerimizdeki elbise mi, sıkılınca çıkarıp atacağımız. Şehir, bir zırh, çıkartıp atamadığımız. Tabii bu seslenişim kendi nefsime. Bu zırhı çıkartıp atan babayiğitler elbet var. Benim bildiklerim, bir elin iki parmakları kadar az olsalar da şehirden-şehir adamlarından kaçanlar geçmişte olmuştur ve günümüzde de örnekleri vardır.

Bu kapsamda, aklıma ilk anda, (geçmişten) asıl ismi Ahmet Bedevi olup ta Manisa Tarzan’ı olarak bilinen zat ile (yenilerden) Ergüder Yoldaş gelir. Ahmet Bedevi ile bir röportaj yapıldı mı, bilmem. Büyükada'da bir kulübede 15 yılı geçkin bir zamandır münzevi gibi yaşayan besteci/müzisyen Ergüder Yoldaş, bir ropörtajda; kendisini toplumdan soyutlanmış bir Robinson Crusoe sayanlara, “toplum içinde yaşayanlar da birer Robinson Crusoe" diyerek cevap veriyor. Bu sağlam bir duruş olsa gerek. Bu sağlam duruş kime karşı dersiniz, elbet biz şehir mahkûmlarına. Bize, şehre ve şehir adamına dayanmak zorunluluğunda olan bizlere...


 

 

*Ahmet SANDAL
Kamu Yönetimi Uzmanı

Ahmet SANDAL
Kamu Yönetimi Uzmanı


Kahramanmaraş 1965 doğumludur. 1986 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinden mezun olduktan sonra Kamu’da görev almıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Ankara’da ikamet etmektedir. Kamu Yönetimi Uzmanı olarak kamu yönetiminin çeşitli yönleri üzerine araştırma-tez ve makale çalışmaları bulunmaktadır. Bu çalışmalarının bir kısmı bazı gazete ve dergilerde yayınlanmıştır. Ayrıca edebiyatla da ilgili olup bazı şiirleri yayınlanmıştır.

 
 
10980 kez okunmuştur.